İslam dışı hayat, her tür din, ideoloji ve anlayışlar; insanlığı aşırılıklara, anarşiye, teröre, buhrana sürüklediği, istenmeyen bir gerçektir. Böyle bir dünyada hep birlikte yaşıyor, böyle bir dünyada hayatımızı sürdürürken, her türlü felaketlerin üst üste yaşandığı acı tecrübelere de sahip oluyoruz.. Bir yerde deprem olmuşsa, arkasından Tusunami gelecek demektir. Bunun arkasından nükleer felaketlerin de hazırda beklediğini ve insanlığı tehdit altına alacağını söyleyebiliriz. Bir yerde açlık ve kıtlık varsa, bunun da bütün insanlığı tehdit edeceğini biliriz. Kolera, aids, veba, sıtma gibi ne kadar bulaşıcı ve ölümcül hastalıklar varsa, ayrıca bilmediğimiz bir o kadar çağdaş bulaşıcı hastalıklar bütün insanlığın başına bela olarak gelebilecektir. Böyle felaketlerin insanlığın başına gelmeyeceğini iddia etmek devekuşu gibi başımızı kuma sokmak gibidir.
Kâbe-i Muazzama'yı ve Harem-i Şerif'e kibirlenerek tepeden bakan haddini bilmez, hilkat garibesi Zemzem Tavırsların varlığı bile İslam'ın sanat ve estetik anlayışına ne kadar ters ve çelişkiler içinde olduklarına üzülerek şahid oluyoruz. Bu lüks, batı tarzı süit dairelerde kalan ve bu daireler için büyük paralar döken para babalarını da biliyoruz. Böylelerinin Umre için gitmekle birlikte, yılın altı ayını orada ibadet etmek adına istirahatta olduklarını da biliyoruz. Herkes dini vazifesini istediği gibi yapabilir. Ömrünü yaptığı ibadetin ruhuna uygun bir şekilde şekillendirmelidir. Bu konularda kimseye maksadını aşan bir şey dediğimiz de yoktur. Şu anda ölüm üçgeni dediğimiz Afrika'daki açlık kamplarında, özellikle Somali'de yaşayan insanların durumunu bütün müslümanlar, hatta bütün insanlık görüyor ve uzaktan da seyrediyor.. Kızgın çöllerde ve kızgın güneşin altında, çoluk, çocuk, kadın, ihtiyar ve hasta demeden açlığa ve kıtlığa direniyorlar. Kaldıkları yerlere, baraka bile diyemeyeceğimiz çalıdan çırpıdan ve kartondan yapılmış iğreti barınakların altında, gece ve gündüz açlık içinde Ramazanı ihya ediyorlar. Lüks içinde yaşayan zenginler, varlıklılar, para babaları vicdanen rahat olabilecekler mi? Bu kardeşlerimizin açlığı, sefilliği, yoksulluğu, kimsesizliği ve insanlık onuru için hayati haklarını koruyabilmeleri için neler yapmalıdır? Bu konuda düşünüyorlar mı? Bu imtiyazlı sınıf kendi kendilerine bir vicdan muhasebesi yapıyorlar mıdır acaba?
Hilali bekliyoruz.. "Rü'yetülhilal" ile bütün müminler ramazan sevincini içinde yaşıyorlar. Gözleri nurlanıyor.. Gönülleri nurlanıyor. Gökyüzünde ışıldayan ay aynı hilal; Ramazanda Kâbe’ye de doğuyor, Afrika’daki açlık kampına da. Hilali klimalı, her türlü konforun ve israfın olduğu Zemzem Tavırslardan da görebilirsiniz. Aynı hilali kızgın çöllerde, aç ve sefil olarak, derme çatma bir iğreti çatı altından da görebilirsiniz. Mademki ay aynı hilal, mademki Ramazan aynı Ramazan, bunun anlamı adalet ve hakkaniyet demektir. Bütün insanlık ve özellikle müslümanım diyen bizler, hepimiz, aklımızı başımıza devşirmeliyiz. Zengin ve fakir demeden her tür israfın önüne geçmeliyiz.. İsraf konusunda bir seferberlik yapar gibi çalışmalıyız. Bizim yaptığımız israflar, Afrika'daki açlık kampında bir ateş üzerinde kaynatılan tencereye malzeme olarak, ancak çakıl taşları olabilir. Hepimiz bu tür felaketlerden sorumluyuz. Başta her tür israfı hep birlikte bırakmalıyız. Zira Allah israf edenleri sevmez. Allah'ın sevmediği müsrifleri biz de sevmeyiz.
Her insan, her toplum birbiriyle her yönden doğrudan ve dolaylı olarak ilişkilidir. İkamet ettiğimiz her daire birbirinin komşusudur. Biz buna daire komşumuz diyoruz. Her apartman diğer apartmanla komşudur. Biz buna da apartman komşumuz diyoruz. Her şehir de diğer şehirlerle komşudur. Böyle düşünürsek her ülke de diğer ülkelerle komşudur. Din, dil, ırk ve bir takım özellikleri bir tarafa koyarsak, zaten insanlık ailesinin birer üyesiyiz. Komşuda yangın olsa alevi ve harareti bizi de etkiler. "Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir" diyen Peygamber Efendimizin hatırına "Asr-ı saadet"deki gibi, Ensar ve Muhacirin arasında tesis edilen kardeşliği esas almalıyız. Bunun yanında camilerimizi yardımlaşma ve kaynaşmayı esas alan birer mabetler haline getirmeliyiz. Camilerimizi sadece toplanma yeri gibi düşünmemeliyiz. Cemaatle namaz kılmanın feyzi ve bereketi yardımlaşma ve kaynaşmadır. Peygamber Efendimizin hayatını iyi öğrenelim ve iyi özümseyelim. O nasıl bir hayat sürdürdü ise, Nebevi bir hayat sürmeliyiz. Dünya ve ahiret saadeti için İman'ın ve İslam'ın sırrına vakıf olmayız.
Malın da, mülkün de, gerçek sahibi Allah'tır. Biz de bu dünyanın misafirleriyiz. Bu dünyada bize verilen nimetlere şükretmeliyiz. Bize lütfedilen zenginliklerimizi de Allah’ın rızasını kazanmak için, zor durumda olan kardeşlerimizle paylaşmasını bilmeliyiz. "Bir lokma bir hırka" sözü bizim fakirliğimizi anlatmaz. Tam aksine "Bir lokma bir hırka" sözü bizim gönül zenginliğimizi ortaya koyar. Allah'ın sevgili kulu ve Resülü peygamberimizin varlıkları bilinmektedir. Soylu ve onurlu bir hayat sürmüş olduğunu bütün insanlık da hayranlıkla şahit olmaktadır. Efendimiz milyarlarca müslümanın gönlünde taht kurmuştur. Bir taraftan da İslam dışı toplumların da övgülerine mahzar olmuştur.
Müslümanlar zengin olmalı, maddi ve manevi her zenginliğe kavuşmalıdır. Fakat zenginliğini de zühd ve takva içinde yaşamalıdır. Ancak zenginlik israfı önlemekle gerçekleşir. Bir taraftan komşusu açlıktan kıvranıyor ve ölüyorsa, bir taraftan da israfın haram olduğunu bildiği halde, lüks ve konfor içinde yaşayan insan inandığı değerler acısından izah edilir bir durumu bulunmamaktadır. Aşırılıklardan uzak mütevazı bir hayat nebevi bir hayattır. "Bir lokma bir hırka" sözünün işaret ettiği değer ise zühd ve takvayla kazanılan gönül zenginliğidir.
Türkan Eraslankılıç
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder