Kendini tanımak, ruhunu
tanımak, kusurlarını tanımak, kendini
bilmek ve kendini bilerek yönetmek. Aslında stil dediğimiz şey yaşama
tarzımızdır. Her stil kelimesini duyduğumuzda aklımızda ilk canlanan elbette
giyimdir ancak giyim bu pastanın sadece bir dilimidir. Bu pastanın geri kalanını
ise yediğimiz yemeklerden tutunda gezdiğimiz yerlere kadar birçok şey
tamamlıyor. Sınırsız bir pasta da diyebiliriz buna.
Eğer hayattan, kendinizden, çevrenizden, her şeyden herkesten ne istediğinizi, ne kadar
istediğinizi biliyorsanız sizin zaten bir stiliniz vardır. Bunu hayatınızın her
alanına taşıyabilirsiniz. Durun bir
düşünün gerçekten neyi seviyorsunuz? Mesela en çok hangi rengi seviyorsunuz? En
çok hangi kıyafetinizin içinde mutlusunuz? Size en çok yakıştığını düşündüğünüz
parça hangisi? Hiç sıradan olmanın
dışına çıktınız mı? Açın bakın dolabınıza. Kıyafetleriniz her on kadından
dokuzunun dolabında var mı? O zaman siz bir stil sahibi değil iyi bir takipçi oluyorsunuz.
Yine de durum o kadar vahim değil. Geçmişe dönüp baktığımız
da insanların modayı daha körü körüne bir bakış açısıyla değerlendirdiğini
görüyoruz. Bir zamanlar moda tutkunu olmuş insanlar yüksek kesimlerde veya önemli
kişilerde gördükleri saç stillerini, giydikleri ayakkabıları, taktıkları
küpeleri, kolyeleri alır hemen bu akımın bir neferi olmak için yarışırlardı. Bir kişinin farkında olmadan meydana getirdiği
akım taklit edilmesiyle birlikte bir stil haline gelirdi. Eskiden moda biraz da kolaya kaçmaktı.
Nasılsa birileri yeni bir şeyler yapıyor diye kimse kafasını bu işlerle
yormuyordu.
Önemli olan değişimlere ne hızla ayak uydurulduğuydu. Ancak her değişime ayak uydurmak değişmek
demek değildir. Her yeni şey de bize ait olmaz her zaman. Taklitler aslını
yaşatacaktır.
Neden kendi aslınızı ortaya çıkartmak yerine başka birini kopyalayasınız ki?
Bu size bir şey katmayacaktır aksine ilk intibaınızı yerle bir edecektir. Ki ilk intiba dediğimiz şey hayatımızın her alanında çok çok önemli bir yere sahiptir. Biz insanlar gördüklerimizin büyüsüne daha çok kapılırız. Gördüğümüz şey bizi etkiledikten sonra ötesiyle berisiyle ilgileniriz. Aksi durumda arkası bizi hiç mi hiç ilgilendirmez. Ve kendimiz olmak varken bir başkası gibi olarak neden aslımızı öldürüyoruz ki?
Neden kendi aslınızı ortaya çıkartmak yerine başka birini kopyalayasınız ki?
Bu size bir şey katmayacaktır aksine ilk intibaınızı yerle bir edecektir. Ki ilk intiba dediğimiz şey hayatımızın her alanında çok çok önemli bir yere sahiptir. Biz insanlar gördüklerimizin büyüsüne daha çok kapılırız. Gördüğümüz şey bizi etkiledikten sonra ötesiyle berisiyle ilgileniriz. Aksi durumda arkası bizi hiç mi hiç ilgilendirmez. Ve kendimiz olmak varken bir başkası gibi olarak neden aslımızı öldürüyoruz ki?
Aslında temelde amaç beğenilmektir. Beğendiğimiz şeyleri
beğenilmek için araç olarak kullanmak her zaman doğru bir yol olmaz. Ona
kendinizden bir şey katmalısınız. İlk
her zaman ilk olduğunda güzeldir. İkincisi, üçüncüsü hatta yüz yirmi birincisi
dahi ilk etkiyi asla vermeyecektir. İlk kez tadılan bir tatlı bir yemek bile
ikincisinde aynı hazzı vermeyecektir. Tıpkı bunun gibi hayattaki tüm tekrarlar da
bu kadere mahkûmdur.
Sözün özü benim de bir stilim var diyorsanız bunu yansıtın.
Mesela her zaman aynı olmayın. İnsanları şaşırttın. Sizden beklenenin dışına
çıkın. Ruh haliniz neyse, nasılsa öyle olun. Ruhunuzu yansıtın. Üzgünseniz,
canınız sıkkınsa giyin siyahları kahveleri, içinizde kelebekler pır pır
ediyorsa, yüreğiniz ağzınızda atıyorsa, mutluluktan deli olmuşsanız giyin
sarıları pembeleri.
Renklerin de dili
vardır. Bırakın onlar da konuşsun.
Konuk Yazar: Seher Beysülen
Instagram: seherbeysulen
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder